Freitag, 14. Februar 2014

Şehzade Mustafa Mersiyesi

Şehzade Mustafa'nın öldürülmesinden sonra nedimi Taşlıcalı Yahya Bey şehzadenin anısına bir mersiye yazdı. Bu mersiye Osmanlı tarihinde bir Şehzade için yazılmış en hüzünlü şiir olarak tarihe geçti ve Şehzade Mustafa'nın hafızalardan silinmemesini sağladı.

İşte yedi bölümden oluşan o meşhur mersiye:

Birinci Bölüm

Meded meded bu cihânûn yıkıldı bir yanı
Ecel Celâlîleri aldı Mustafâ Han’ı
(İmdat! Eyvahlar olsun! Bu cihanın bir yanı yıkıldı; [zira] ölüm eşkıyaları Şehzade Mustafa’yı yok
ettiler.)

Tulundı mihr-i cemâli bozuldı dîvânı
Vebâle koydılar âl ile Âl-i Osmânı
(Yüzünün güneşi battı, divanı dağıldı. Osmanlı sultanını hile ile günaha soktular.)

Geçerler idi geçende o merd-i meydânı
Felek o cânibe döndürdi şâh-ı devrânı
(O savaş meydanlarının yiğidini adı geçtikçe çekiştirirlerdi. Felek zamanın padişahını o
[iftiracılardan] yana döndürdü.)

Yalancınun kuru bühtânı bugz-ı pinhânı
Akıtdı yaşumuzı yakdı nâr-ı hicrânı
(Yalancının kuru iftirası ve gizli kini gözyaşımızı akıttı, ayrılık ateşini yaktı.)

Cinâyet itmedi cânî gibi anun cânı
Boguldı seyl-i belâya tagıldı erkânı
(O cani gibi cinayet işlemedi; [fakat kendi] canı, bela selinde boğuldu, erkânı dağıldı.)

N’olaydı görmeye idi bu mâcerâyı gözüm
Yazuklar ana revâ görmedi bu râyı gözüm
(Keşke gözüm bu olup biteni görmeseydi… Yazıklar olsun! Gözüm bu “rây”ı [=hükmü, muameleyi]
ona layık görmedi.)


İkinci Bölüm

Tonandı aglar ile nûrdan menâre dönüp
Küşâde-hâtır idi şevk ile nehâre dönüp
(Nurdan bir minare gibi ak giysilerle donandı; gönlü şevk ile gündüz gibi [aydınlık]idi.)

Görindi halka dıraht-ı şükûfe-dâre dönüp
Yürürdi kulları önince lâlezâre dönüp
(Çiçek açmış bir ağaç gibi halka göründü; kulları bir gelincik tarlası gibi önünde yürüyorlardı.)

Tururdı şâh-ı cihân hiddetiyle nâre dönüp
Otagı haymeleri karlu kûhsâre dönüp
(Cihan Sultanı kızgınlığından ateşe dönmüş hâlde duruyordu; otağının çadırları karlı dağlara
benziyordu.)

Müzeyyen idi bedenlerle ak hisâre dönüp
El öpmege yüridi mihr-i bî-karâre dönüp
(Bedenlerle süslenmiş beyaz bir hisara benziyordu. Yerinde duramayan güneş gibi el öpmeye
yürüdü.)

Tutuldı gelmedi çünkim o mâhpâre dönüp
Görenler agladılar ebr-i nev-bahâre dönüp
(O ay parçası tutuldu; dönüp gelmeyince [bu durumu] görenler ilkbahar bulutu gibi ağladılar.)

Bir ejderhâ-yı dü-serdür bu hayme-i dünyâ
Dehânına düşen olur hemîşe nâpeyda
(Bu dünya çadırı iki başlı bir ejderhadır. Onun ağzına düşen elbette görünmez olur.)


Üçüncü Bölüm

O bedr-i kâmil ü ol âşinâ-yı bahr-i ulûm
Fenâya vardı telef itdi anı tâli’-i şûm
(O olgun dolunay [gibi kemâle ermiş şehzade], o ilimler denizinin aşinası yok olup gitti; onu
uğursuz talih telef etti.)

Dögündi kaldı hemân dâg-ı hasretiyle nücûm
Göyündi şâm-ı firâkında toldı yaş ile Rûm
(Yıldızlar dövünüp tamamen [şehzadenin] hasreti yarasıyla kaldı. Anadolu, onun ayrılık akşamında
yandı, yaşla doldu.)

Kara geyürdi Karamana gussa itdi hücûm
O mâhı ince hayâl ile kıldılar ma’dûm
(Gam Karaman’a hücum etti kara[lar] giydirdi. O ayı ustaca hilelerle yok ettiler.)

Tolandı gerdenine hâle gibi mâr-ı semûm
Rızâ-yı Hak ne ise râzî oldı ol merhûm
(Zehirli yılan [gibi kement] boynuna hale gibi dolandı; o merhum [şehzade], Allah’ın takdiri ne ise
razı oldu.)

Hatâsı gayr-i muayyen günâhı nâmalûm
Zihî şehîd-i saîd ü zihî şeh-i mazlûm
(Şuçu belirsiz, günahı malum değil. Ne kutlu bir şehit ve ne büyük zulme uğramış bir şah)

Yüz urdı hâke o meh aslına rücû itdi
Seâdet ile hemân kurb-i Hazrete gitti
(O ay [gibi parlak şehzade] yüzünü toprağa koydu, aslına döndü. Mutlulukla çabucak Allah’ın
huzuruna gitti.)


Dördüncü Bölüm

Getürdi arkasını yire Zâl-i devr ü zemân
Vücûdına sitem-i Rüstem ile irdi ziyân
(Zamanın Zal’i [şehzadenin] arkasına yere getirdi, vücuduna Rüstem’in zulmü ile zarar geldi.)

Döküldi gözyaşı yılduzları çoğaldı figân
Dem-i memâtı kıyâmet güninden oldı nişân
(Gözyaşı yıldızları döküldü, feryat çoğaldı; onun ölüm saati kıyamet gününü andırdı.)

Girîv ü nâle vü zâr ile toldı kevn ü mekân
Akar su gibi müdâm aglamakda pîr ü cüvân
(Kâinat feryat, figan ve inilti ile doldu. Genç, ihtiyar [herkes] akar su gibi durmadan ağlamakta.)

Vücûd iline akın saldı akdı eşk-i revân
Eyâ serîr-i seâdetde pâdişâh-ı cihân
(Ey saadet tahtında [oturup duran] cihan padişahı! Dökülen gözyaşları vücut ülkesine akın salıp
aktılar.)

O cân-ı âdemiyân oldı hâk ile yeksân
Diri kala ne revâdur fesâd iden şeytân
(O insanların canı [gibi sevdiği şehzade] toprak ile bir oldu. Fitne çıkaran şeytanın diri kalması reva mıdır?)

Nesîm-i subh gibi yirde koma âhumuzı
Hakâret eylediler nesl-i pâdişâhumuzı
(Padişahımızın soyunu tahkir ettiler. Âhımızı sabah rüzgârı gibi yerde bırakma.)


Beşinci Bölüm

Bir iki egri fesâd ehli nitekim şemşîr
Bir iki nâme-i tezvîri kıldı katline tîr
(Kılıç gibi eğri birkaç fesatçı, birkaç sahte mektubu [şehzadeyi] öldürmeye ok gibi kullandılar.)

Gelür ezelde mukadder olan kalîl ü kesîr
Hezâr kayserün oldı leyâl-i ömri kasîr
(Ezelde az veya çok olarak takdir edilen [her şey başa] gelir. Binlerce kayserin ömür geceleri kısa
oldu.)

Eceldür âdeme derbend-i teng ü târ-ı asîr
Zarûrîdür bu iki ugrar ana cüvân ile pîr
(Ölüm insan için dar ve karanlık olan zorlu bir geçittir. Genç ve ihtiyar [herkesin] ona uğraması
kaçınılmazdır.)

Yirini zîr-i zemîn eyledi o mihr-i münîr
Yirini gitdi cihândan nite ki merd-i fakîr
(O parlak güneş yer altına yerleşti. Dünyadan fakir bir kimse gibi yerinerek gitti.)

Bu vâkıa olumaz halka kâbil-i tabîr
Ki Erdişîr-i velâyetde ola âdet-i şîr
(Velayetin Erdişîr’inde arslan âdeti bulursun… Bu rüyanın halka yorumlanması mümkün olamaz.)

Bunun gibi işi kim gördi kim işitdi aceb
Ki oglına kıya bir server-i Ömer-meşreb
(Ömer tabiatlı bir hükümdar oğluna kıysın… Acaba böyle bir işi kim görmüş, kim işitmiştir?)


Altıncı Bölüm

Ferîd-i âlem idi âlim idi alem idi
Muhammed ümmetine mevti mevt-i âlem idi
(Âlemde biricik idi, alim idi [hatta] çok alim idi. Onun ölümü Muhammet ümmetine âlemin
ölümü gibi oldu.)

Ziyâde mâtem idi haylî emr-i muzam idi
Salâh ü zühdî kavî itikâdı muhkem idi
([Şehzadenin ölümü] büyük bir yas, pek büyük bir hadiseydi. Onun iyiliği, zühdü ve takvası
kuvvetli, inancı sağlamdı.)

Meşâyih ile musâhib ricâle hemdem idi
Kerâmetiyle kerîmü’l-hisâl âdem idi
(Şeyhlerle sohbet eder, rical ile bir arada olurdu. Kerem ve ihsanıyla yüce hasletlere sahip bir
kimseydi.)

Nücûm gibi cihândîde vü mükerrem idi
Vücûdı muhteşem ü şevketi muazzam idi
(Yıldızlar gibi dünya görmüş ve mükerrem idi. Vücudu ihtişamlı ve heybeti azametliydi.)

Tevâzu ile selâmında hôd müsellem idi
Aceb o bedr-i temâmun ne âdeti kem idi
(Onun tevazu ile selam alıp verişi de [herkesçe] bilinirdi. Acaba o tam dolunay [gibi olgun zat] ın
ne huyu kusurluydu?)

Hayflar oldı ana iftirâ ile gitdi
Huzûr-ı Hakk’a düâ vü senâ ile gitdi
(Ona çok yazık oldu, iftira ile gitti. Allah’ın huzuruna dua ve övgülerle gitti.)


Yedinci Bölüm

Sipihrün âyenesinde göründi rûy-i fenâ
Kodı bu kesret-i dünyâyı kıldı azm-i bekâ
(Feleğin aynasında yokluğun yüzü göründü; [bunun üzerine şehzade] bu dünya kesreti bırakarak
beka âlemine yöneldi.)

Garîbler gibi gitdi o yollara tenhâ
Çekildi âlem-i bâlâya hemçü mürg-i Hümâ
(Kimsesizler gibi o yollara yalnız başına gitti. Hüma kuşu gibi yüce âleme çekildi.)

Hakîkaten sebeb-i rifat oldı düşmen ana
Nasîbi olmasa tan mı bu cîfe-i dünyâ
(Gerçekte düşman onun yücelmesini sağladı. Bu dünya leşi onun kısmeti olmasa buna şaşılır mı?)

Hayât-ı bâkîye irişdi rûhı ey Yahyâ
Şefîkı rûh-ı Muhammed refîkı zât-ı Hüdâ
(Ey Yahya! [Şehzadenin] ruhu sonsuz hayata kavuştu. Şefkatçisi Muhammet’in ruhu, yoldaşı ise
Allah’ın zatı[dır].)

Enîsi gâyib erenler celîsi ehl-i safâ
Ziyâde ide yaşum gibi rahmetin Mevlâ
(Dostu gayb erenleri, oturup kalktığı kimseler safa ehli[dir]. Allah rahmetini yaşım gibi çok eylesin)

İlâhî cennet-i Firdevs ana durag olsun
Nizâm-ı âlem olan pâdişâh sag olsun
(Allah’ım! Firdevs cenneti ona mesken olsun. Âleme nizam veren padişah sağ olsun.)


Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen